Güzellik Anlayışı
Güzellik algısı hem kişiden kişiye değişen hem de toplumlara ve kültürlere göre değişen bir kavramdır. Standart güzellik anlayışına dönemlerine göre bakarsak: 13. ve 15. yüzyıllar arasında, yunan tanrılarına benzer saçlar altın renginde, gözler ise çok az bulunan yeşil renginde olduğunda muhteşem güzelliği tasvir ediyordu. Tabi bu altın rengini elde etmek için kadınlar sülfürik asit ile saçlarını boyamak zorunda kalıyorlardı, sebebine gelince o yıllarda daha henüz oryal maalesef keşfedilmemişti. Kadınlar güzel görünmek uğruna endüstri, petrol ürünleri ve metal temizlenmesi gibi bir çok alanda kullanılan bu tehlikeli maddeyi saçlarına sürüyorlardı. Bilimsel araştırmalarda bu maddenin seyreltilmiş halinin bile saç derisinden dokulara nüfuz ederek, vücuda aşırı tahribatta bulunabileceğini söylüyorlar. Ayrıca ortamda uzun süreli soluma durumunda solunum bozukluklarına yol açıyor.
Rönesans döneminde yani 15. yüzyılda güzellik standartlarını ressamlar belirliyordu. Örneğin, Boticelli, Meryem ana resimlerini çizerken çok hoş bir kadın olarak tasvir ediyordu, Leonarda da Vinci’ye baktığımızda Meryem ana daha anaç görünüşlü şefkatli bir ifadesi vardı ve Raphael’in tasviri ile Meryem ana kadınsı ruhu ortaya çıkartan bir güzellik anlayışındaydı. İşte bu ressamların muhteşem güzellik tasvirleri bir anlamda o zamanların kadınlarının örneği, yani güzellik ikonları oluyordu.
I.Elizabeth döneminde pürüzsüz, duru ve beyaz bir cilt, asaleti ve güzelliği temsil ediyordu. Cildin bu kadar parlatılmış taş gibi görüntüsünü elde etmek için arıtılmış civa sürüyorlardı. Bu bir anlamda yüzde lekelerin kaybolmasına ve kırışlıkların silinmesine yarıyordu. Fakat bu zamanla cilt derisinin üst tabakasının kalkmasına sebep oluyordu. O zamanlarda insan ömrünün uzun olmamasına şaşırmamalıyız. Civa metal ve toksik bir maddedir. Böylle bir maddenin kullanımı organlara zarar verir ve kısa süre içinde öldürür.
Yine 16. yüzyılda kızıl saçlı kadınlar çirkin bulunuyordu. Üstüne bir de çift çeneli ya da çenede bir gamzesi var ise hiç şansı yoktu. Maalesef doğuştan lanetli gibi bu kadınlara bakılıyordu. O sebeple bu kadınlar sülfürik asitle saçlarını boyuyor ve eğer saçları kopar veya dökülürse de sarı peruk takıyorlardı. O dönemlerde diş fırçalama gibi bir alışkanlıkta olmadığından, çok çay içen İngiliz karaliyet ailesi ve aristokrasisinin dişleri çay lekesinden dolayı kahverengi olurdu. Kadın evlenmiş ise sorun yoktu ama küçük yaşta dişlerinin rengi koyulaşmaya başladıysa hayvan kemiklerini ezip bununla beraber pudrayı karıştırıp dişlerine sürüyorlardı.
18. yüzyılın güzellik anlayışına baktığımızda: Antoine Mengs adlı sanat öğretmeni antik yunan zamanında Plato’nun (Yunanlı matematikçi) öne sürdüğü yüzdeki “Altın oran” yani saç hizasından kaşlara, kaştan üst dudak çizgisine ve üst dudak çizgisinden çeneye kadar üç ayrı bölüme yüzü ayırarak orantıyı belirlemiştir. Burada önemli olan bu üç bölümün aynı mesafede olması ideal olarak yansıtır. İşte Mengs de bu oran anlayışını göz büyüklüğü ve arasındaki mesafe de önemlidir diyerek yeni bir anlayış getirmiştir.
Dünya tarihinde Johann Winckelman adında bir tarihçi ilk kez güzellik kavramını ve algısını incelemeye, araştırmaya konu eder. Plato, Mengs’in ifedelerine düzgün hatlı bir burun, çıkıntılı bir alın, alt dudağın üst dudağa göre biraz daha kalın ve dolgun olan ve çenenin yuvarlak, yumuşak görünümlü olmasını ifade ediyordu.
Victorian dönemde güzellik kavramı baştan çıkarıcı ama masum görünüm muhteşem güzellik olarak tasvir ediliyordu. Bu dönemde yani Kraliçe Victoria zamanı moda erotizme yönelmeye başlıyor. Bu sebeple kadınların elbiselerinin omuzları ortaya çıkıyor ve göğüs çatallarına kadar gözüküyordu. Yine bu dönemde güzel görünmek uğruna kadınlar arsenik zehirini bir bardak suya damlatıp içiyorlardı. Nedenine gelince arsenik zehirinin tenlerinin daha beyaz görünmesini sağladığı içindir. Özellikle o dönemlerde iki sınıf vardı, biri soylular ve aristokrasi, diğeri de köylülerdi. Soyluları köylülerden ayıran özellikleri tenlerinin rengi ve toprak ya da ağır işlerle uğraşmayan narin elleri, onları köylülerin tarlada çalışırken güneşten kararan tenleri ve toprakla uğraştıkları için irileşen ellerinden ayırıyordu.
19. yüzyılda kadınların oy haklarını kazanmalarıyla moda ve güzellik anlayışı büyük bir değişim gösteriyor. Sosyal protestolara giren kadınlar feminizm dalgası ile androjen görünüşler ki örnek olarak İngilizlerin ünlü modeli Twiggy’i verebiliriz. Bu modelin kısa saçları, kıvrımsız, sıska vücudu bir anda kadınlar dünyasında ikonik ilan ediliyor. Tabi onun öncesinde kıvrımlı ve dolgun vücuduyla Marilyn Monroe’nun ikonlaşan melek ve olgun, erdemli, tatlı kadın sembolü bir yandan etkisini bir kısım kadın grubu tarafından devam ediyordu.
Hangi döneme ve kültüre bakarsak bakalım kusursuz güzellik eş seçerken tercih edilen bir durum değildir. İnsan psikolojisinde tanıdık gelen bir güzellik değilse zihin “Tehditkar” güzellik olarak algılıyor. Örneğin, kral Edo zamanı Japonya’sında kadınlar evlendikten sonra ilk çocuğu doğana kadar kaşlarını traş edip tamamını kesiyorlar ve dişlerini karartıyorlardı ki başka erkeklere çekici gelmesin diyeydi. İlk çocuğu doğunca Japon kültürüne göre doğuran kadın kutsaldır ve kimse artık ona çekici bir kadın olarak bakmazdı. Hatta eşi bile sadece ikinci çocuk yapmak istediğinde karısına dokunan bir anlayışta yaşantılarını sürdürüyorlardı.
Uzak doğu kültüründe küçük ayaklı kadın makbüldür. O sebeple yıllarsonra görüyoruz ki kadınlar çocukluklarından itibaren ayak parmaklarını ayaklarının altına katlayarak ayakkabılarını giyerlermiş. Bu da ilerleyen zamanlarda kemikleşen yapı at ayağına benzer bir hal alır. Tabi ayağınızı vuran bir ayakkabının vermiş olduğu acıya bile katlanamayan bizler, o dönemlerde güzellik uğruna ne işgenceye maruz kaldıklarını tahmin edebiliriz.
Modern günlere geldiğimizde “Güzellik anlayışı türlü türlüdür, tek bir güzellik anlayışı artık hakim değil. Örneğin, Victoria Secret mankenlerine baktığımızda her ırkın ayrı güzelini defilede göre biliyoruz ve birinin diğerinden daha güzel olduğunu ya da bu çirkn diyemiyoruz. Hepsinin nefes kesici olduğunu kabul etmemiz gerekir. Yapılan bir araştırmada erkekler, çok aşırı makyajlı ve hiç makyajsız kadınları beğenmiyorlar. Aksine özenli, temiz ve az gibi görünen makyajlı, bakımlı kadınları çekici ve güzel bulduklarını saptamışlar. Ayrıca çocuklarda yapılan bir deneyde, araştırmacılar, bebeklerin güzellere karşı daha yakın ve gözlerini kaçırmadan baktıklarını gözlemlemişler.
Güzellik uğruna hale fedakarlıkların yapıldığını, estetik operasyonlarla çok ağır ameliyatlara kadınların razı geldiği tartışılmaz bir gerçeğimiz. Beğenilip, seçilme arzusu ya da kendiyle barışık olma hali sadece fiziksel güzelliğe yatırım yapmanın eksik kalacağını artık görüyoruz. Bu sebeple bilgi ve becerilerin kazanıldığı eğitimler vesilesiyle, kendini geliştirip, üretici kadın modeline geçen kadınların çok daha çekici kabul edildiği bir dönemde, akla da yatırım yapmanın seksiliğini elinizde tutma gücünü ele geçirmeliyiz.
Zeynep Eylem Şenkal
Instagram hesabı: @psikologeylemsenkal
www.eylemsenkal.com
Spor psikoloğu”
NOT: Bu yazı Ayşe Tolga internet sitesinden alındı. Teşekkürlerimizle. MT