Nerdeyse iki komşumuz, 1.5 Yunanistan, 2.5 Bulgaristan nüfusuna denk bir devasa kentte yaşıyoruz. Hele pandemiden bu yana ne kadar “yaşamak” denirse..
Çarşamba akşamüstü, evde oturmaktan patlamışım.. Kar da artık izin vermiş.. Caner’e “Çıkalım bir hava alalım” dedim..
Niyetim Erol Evgin’in üç nesle ezberlettiği şarkıdaki gibi..
Nerden aklıma esti kimbilir
Gezdim dün gece şehri şöyle bir
Herkes evinde kendi halinde
Her yerde huzur, her yerde neşe
Başı doğru da, sonu hiç de öyle değil.. Gördüklerim huzur değildi.. Gördüklerimin ve düşündürdüklerinin de neşeyle alakası yoktu..
Bu şehir huzursuz ve neşesiz!. Benim gibi.. Yola çıktık..
Etrafa bakıyorum..
Bir yanda 2’nci yılına girdiğimiz pandemi.. Bir yanda, son hafta bastıran kar mahkûmiyeti..
Yollar nerdeyse boş.. Ama ne olur ne olmaz.. Gene ani bir kar bastırması olursa.. Caner’le ana caddelerden oluşan bir yol çizdik.. Tepecik Yolu/Nispetiye Caddesi/ Barbaros Bulvarı/Akaretler/Nişantaşı..
Buralar üstelik kentin en işlek yerleri.. Restoranlar, kafeler, gece kulüpleri, büfeler, dükkânlar.. Aklınıza ne gelirse..
Yavaş yavaş, baka baka gidiyoruz. Hemen her yer açık, ama çoğu boş, kalanda da tek tük insanlar..
Pandemi + kar manzarası bu.. Bu da.. Beteri var.
Hava buz gibi soğuk ve insanlar bu buz gibi havada dışarıda oturuyor ve dolaşıyorlar..
Tüm kafe ve restoranlar öyle.. İçerde hemen hiç kimse yok, herkes buz gibi havada dışarıda oturuyor..
Sabah gazetede okuduğum haberi hatırladım..
“Fatma Girik, Kovid’e bağlı zatürreden öldü..” Yahu bu insanlar soğuğa bağlı zatürre olursa ne olacak?.
Hastaneler ve yoğun bakımlar zaten dolu üstelik..
Niye soğukta dışarıda oturuyorlar..
Çünkü içerde, sıcak yerde sigara yasak.. İnsanımız tiryaki..
Sen değilsen bile (Mesela ben) yanımdakiler tiryaki.. Sen, ben de onlara uyacağız mecburen..
Ama bende yaş 82.. Zaten Kovid geçirmişim. Bir de üşütürsem..
Pandemi ve bu müthiş kar ve soğuğu öncesi, mekânlar tiryakiler için çözüm bulmuşlar, önde, yanda, arkada açık havaya masa koymuşlardı. Kış için de açık mekânı elektrikli ya da gazlı sobalarla takviye etmiş, yağış ihtimaline karşı da üste plastik, şeffaf şeylerle korunak yapmışlardı..
Ama buz gibi kar soğuğuna o ısıtma dayanır mı?.
Mekânların içerisi, sıcak yerleri boş.. Dışarısı, donan yerlerinde iki üç masada 3-5 kişi var..
“Efendim oturmasınlar. Gitsinler evlerinde içsinler sigaralarını..” Tamam.. Tamam da.. O mekânlarda çalışan binlerce, on binlerce insan var, 1.5 Yunanistan kalabalığındaki İstanbul’da.. Günlük bahşişlerle aile geçindiriyor, çocuk okutuyorlar.. Kimse gelmezse onlar aç kalacak!. Zaten iki yıldır pandemi yüzünden çekmedikleri ve dayanacak halleri kalmadı..
Bu sabah gazetede okudum. Bakanlık yeni tedbirleri açıklamış..
“Mesafe, 1.5 metreden 3 metreye çıkmış.” 1.5 metre zaten restoran müşterisini yarısına indirmiş.
Masa aralarına 3 metre koydunuz mu, kaç kişi alacaklar?.
Futbol sahası değil ki, burası.. Mekân önünde kaldırımda zaten daracık şeritlerde en kabadayı iki sıra masa var.
Onlar bire inecek. Gitti yarısı.. Kalan tek şeritte masa araları da iki misline çıkacak. Gitti yarının da yarısı..
Buz gibi soğukta burada zaten oturacak bulmak zor.. Nasıl geçinecek garsonlar, komiler, yamaklar?.
Nişantaşı’nda oturacak halleri yok. Zaten kimbilir İstanbul’un hangi ucundan gelmişler ve de gecenin bir yarısı nasıl dönecekler, belki de dükkândan getirdikleri iki satır yiyeceği bekliyor, aile, akşam yemeği için..
Çıktığımıza, çıkacağımıza pişman oldum..
Eve berbat döndüm..
Benim evim sıcak.. Peki gelen para ile ısınabilen evlerdekiler?.
Şimdi soruyorum?.
İstanbul’un sahibi kim?.
Cevabını Mekteb-i Mülkiye’de okuduk..
Belediye Başkanı ve Vali.. Biri seçilmiş, biri atanmış..
Peki pandeminin, yani kenti felç eden MMT önlemlerinin ve Kovid korkusunun başladığı günden beri, Vali ve Belediye Başkanı bir araya gelmiş, “Halkımızın hayatını kolaylaştırmak için ne yapabiliriz” diye konuşmuşlar, mesela güçlerini birleştirmek ve ortak kararlar almak için bir ortak komisyon kurmuşlar mı?.
Olmadı.. Mesela bir de bu müthiş kar soğuğu süresince, sigara yasağını biraz hafifletmek, tiryakileri zatürre etmemek için “Ne yapabiliriz?” diye düşünmüşler mi?.
İstanbul Kovid’li afet günleri yaşarken politika mı yapılır, ya da atanmış, ya da seçilmiş kent sahipleri olarak el ele verip çözüm mü aranır?.
Siz Vali’den de, Belediye Başkanı’ndan da böyle bir çıkış mı beklersiniz, yoksa “Hıncal kafayı üşütmüş, saçmalıyor, olmayacak şeylere ‘Amin’ dememizi istiyor” mu dersiniz?. Ben kendim ikinci şıkkı seçiyorum.
Ah şair ah!.. Ah Nedim ah!. Gel de bir taşını tüm İran’a bedel tuttuğun kentini gör..
Bu şehr-i Sıtanbûl ki bî-misl ü bahâdır
Bir sengine yek-pâre Acem mülkü fedadır
Bir gevher-i yek-pâre iki bahr arasında
Hurşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezadır
Altında mı üstünde midir cennet-i a’lâ
El-hak bu ne halet bu ne hoş âb u hevâdır
Her bağçesi bir çemenistân-ı letafet
Her gûşesi bir meclis-i pür-feyz ü safadır
……………
Günün Türkçesiyle de yazalım.
Bu İstanbul kenti değer biçilemeyecek kadar eşsizdir,
Onun bir taşına tüm Acem ülkesi feda olsun.
O, iki deniz arasında tek parça bir mücevher gibidir,
Dünyayı aydınlatan, ısıtan güneş ile bir tutulsa
yeridir.
Cennet altında mıdır üstünde midir?
Gerçekten bu ne haldir, bu ne hoş su ve havadır?
Her bahçesi bir güzellik çimenliği gibidir,
Her köşesi insana zevk ve yaşama isteği verir.
………………
Okudunuz mu Sayın Valim..
Okudun mu eski dost, İmamoğlu?.
Anladınız mı, bu devlet ve bu halk sizi hangi İstanbul’a sahip yaptı ve de hangi İstanbullulara?.
Nedim, gelse ve görseydi halinizi..