Hayatınızda birçok kez hayal kırıklığına uğradıysanız ve “Neden insanları anlayamıyorum?” diye kendinize soruyorsanız işte bu yazı tam da size göre, sizi düşünülerek yazıldı. Esasında başka insanlardan beklentinizin boş çıktığını düşünüyorsanız, ya kendinizi tanımıyorsunuz ya da insan psikolojisini hiç bilmiyorsunuz demektir. Bu sebeple bu yazıda konuyu bilim insanlarının deney ve araştırmalarından faydalanarak ifade etmeye çalışalım.
İlk olarak, düşünün ki sokakta bir kaza başınıza geldi ve yere düştünüz, o sırada bir kalabalık var ve hiç kimsenin size doğru yardım amaçlı yaklaşmadığına şahit oluyorsunuz üstelik “Lütfen bana yardım edin, bana yardım eden biri yok mu?” diye yakarmanıza rağmen. Bunun temel nedenlerinden biri “Sosyal psikolojinin” etkisi ile ilgilidir.
Bu durum 1964 yılında New York’ta 28 yaşında Kitty Genovese örneği ile açıklayabiliriz. Kitty akşam saatlerine evine dönerken kendi sokağına yakın bir yerde bir adam tarafından takip edilmeye başlanır, bunu üzerine Kitty evinin önüne doğru koşar fakat adam tarafından evinin tam önünde yakalanır. Aralarında bir arbede yaşanır, Kitty komşulardan yardım ister fakat kimse ne yardıma gelir ne de polise haber verirler. Kitty bu saldırıda bıçaklanarak öldürülür. Bu olay zamanında tüm Amerika’yı sarsan bir olay olarak günlerce yazılıp, çizilip, konuşulmuştur. Araştırmacı psikolog ve sosyologlar bu durumu “Sorumluluk dağılımı” olarak izah ederler. Bir grup içinde ilk adımı atıp, sorumluluk almak isteyen kişi sayısı oldukça azdır. Özellikle grup halindeyken kişide “Başkası yapsın ama ben değil” psikolojisi hakim olur. Kitty’nin durumunda da mahallesinde bulunan komşularının birçoğu durumu görmüştür ama birisi nasıl olsa polisi aramıştır düşüncesi ile sorumluluk almamıştır. Burada bilmeniz gereken bir yardıma ihtiyacınız olduğunda bir grup yerine, bir kişiden direk olarak yardım isteyin, o kişi kendisine sorumluluk verildiğini anlar ve yardıma gelir.
İkinci olarak, insanların davranışının temelinin örneklerinden biri de, 1967’de filozof Phillipa Foot tarafından tasarlandı. Bu deney “Tramvay ikilemi“ diye tarihe geçer. Deney sorusu şöyle “ Freni bozulan bir tramvayın demir yolunun üzerinde beş işçi çalışmaktadır. Siz de trenin yönünü değiştirecek olan makasın orada bulunmaktasınız. Hızla gelen tramvayın makas ile yönünü değiştirseniz diğer yola gitmesini sağlayacak fakat orada da bir işçinin demiryolu üzerinde çalıştığını göreceksiniz. Üstelik bu demiryolu işçilerinin kulaklıkları olduğu için ne onlara bağırdığınızı duyabilecekler ne de tramvayın gelişini duyabilecekler. İşte bu durumda hiçbir şey yapmayarak beş kişinin ölümüne mi? Yoksa bir şey yaparak (Makası kullanarak) bir kişinin ölümüne mi karar verirdiniz?” bu deneye katılan insanların %80’i beş kişinin ölümünü engellemek için bir kişinin ölümüne makası değiştirerek karar verir.
Bu deneyi biraz daha farklılaştırarak aynı katılımcılara fikirleri sorulur, şöyle ki, bu sefer bir makasın önünde değilsiniz ve zaten demiryolu değişimi yapılacak ikinci bir yol alternatifi de yok. Bu örnekte bir üst geçit var ve siz oradasınız, yanınızda çok şişman, obez diyebileceğimiz kadar kilolu tanımadığınız biriyle tramvayın hızla geldiğini ve beş işçinin de aynı yukarıdaki örnekteki gibi demiryolu üzerinde kulaklıklarını takmış bir halde demiryolunun üzerinde çalıştığını görüyorsunuz. “Böyle bir durumda beş işçiyi kurtarmak amaçlı obez kişiyi köprüden tramvayın yoluna atıp, tramvayı durdurmasını sağlayıp beş kişiyi mi kurtarırdınız yoksa hiçbir şey yapmayıp, durumu izler miydiniz?” bu soruda da aynı katılımcıların %80’i hiçbir şey yapmazdım diye yanıtlarlar.
Her iki örnek de ankete katılan kişilerin %80’inin koşullar değiştiğinde kararlarının da değişken olabileceğinin saptanması karşısında şöyle bir sonuç çıkar; patolojik sorunu olmayan, sağlıklı insanlar, birebir bir insanın ölümünü kendi elleriyle yapamazlar, ancak arada bir araç vesilesi ile yani burada demiryolu değişimini sağlayan makasın kolunu çekmek ile bir insanı köprüden atma eylemi aynı değildir. Birinde direk insana yönelik hareket vardır diğerinde ise fiziksel bir yüzleşme yoktur ve beş kişinin ölümündense bir kişinin ölümü zihinsel açıdan bakıldığında mantıklı gelmektedir. Fakat burada kişi eğer o insanı demiryoluna kendi elleri ile atma psikolojisi söz konusu ise bunu zihin kaldıramaz.
Bu konuyu etik konulara insanların yaklaşımlarını ölçümlemek için Amerika’da MIT Üniversitesi soruları çeşitlendirerek yeni versiyonları ile anketler yapıyorlar. Soruların cevaplarının ülkelere göre değiştiği gözlemleniyor. Sorulardaki insanların yaşları cinsiyetlerine göre ülkelerin kültürlerine göre tercihler farklılaşıyor. Misal, uzak doğulular yaşlıların ölümündense bebeklerin ölümünü tercih ediyorlar. Batılılarsa bebeklerin yaşayıp, yaşlıların ölmesini tercih ediyor. Bu deneylerin cevaplarından da anlaşılacağı üzere, insan davranışlarının temelinde, aile, kültür, görgünün yanı sıra, sosyolojik etkenleri de göz önünde bulundurmak gerekiyor. Hayatı yaşarken tek kendimiz önemliyiz, bizim dışımızda insanların neler yaşadığının bir önemi yok diyorsanız, başka insanların koşullar altında aldığı kararlar karşısında hazırlıksız ve hayal kırıklığına sürekli açık hale gelebilirsiniz.
İnsan dört yaşından itibaren başka insanların da kendilerine ait düşünceleri vardır bilgisine haiz olmaya başlar ve karşısındaki kişilerin davranışlarını tahmin etmeye başlarlar. Buna da “Theory of mind” yani Zihin teorisi denir, bir anlamda, başka insanların zihinsel durumlarını anlama becerisine denir. Bu da demek oluyor ki empati duygusu insanda dört yaşından itibaren oluşuyor. İnsanın prefrontal lobunda yani elinizi alnınıza koyduğunuzda içerde olan beynin kısmında ayna nöronlar yer almaktadır. Bu nöronlar vesilesi ile karşımızda bulunan insanların hallerini algılayabiliriz. Afrika’da açlıktan ölen bir bebeğin haberini okuduğunuzda hoş gelmeyebilir ve belki de üzülmezsiniz ama bu bebeğin ölümü gözünüzün önünde canlanırsa üzülmemeniz, kalbinizin bin parçaya bölünmemesi imkansızdır. Bu durumu yaşatan da ayna nöronlarımızdır.