Tarih öncesi yani konuştuğumuz dil icat edilmeden evvel çok güzel anlaşıyormuşuz bir nevi konuşarak duygularımızı saklamayı öğrenmişiz. İlkel zamanlarda bir gruba dahil olmak ve onların onayını almak yaşamla ölüm kadar önemliydi. Eğer grubumuzdaki kişiler bizimle dalga geçer, bizi beğenmezlerse ki bu genelde, ne giydiğimiz ve onun ne kadar uyumlu olup olmadığı meselesi gibi bir durumla bağlantısının milyonlarca yıl önce daha kumaş icat edilip Yıldırım Mayruk doğup, keşfedilmemişken, ilkel insanın bundan sorumlu tutulması pek de haksızlık olmaz mıydı? O zamanlar biraz daha ciddi konular, örneğin, grubumuzu yüz üstü bıraktın, kaplanlar, çakallar saldırırken grubu uyarmadın gibi meselelerden sorun çıkarmış. Her hangi bir olayda kullandığımız “Ölüm kalım meselesi” sözü ki sonunda ölüm falan da söz konusu değilken kullandığımız bu deyim sanırım buradan geldi. Muhtemelen de moda diye tanımladıkları durumda, bir kaç yaprağın bellerinden aşağı ince bir dalın kabuğuyla onları sarmasıydı ya da bir ayının postuydu.
Ait olduğumuz grubumuz bizi yetersizlikle suçladığında hissettiğimiz duygu “Utanç” fakat bu duygu midemizde korkunç bir vuruş gibi hissettirse de daha iyisini yapmak için bizi motive eden sağlıklı bir duygudur. Bu duygu sayesinde grup içinde takdir görüp kabul edilmek için çok çalışıp, gelişmek için çaba göstermeye başlamışız.
Utanç duygusunun sağlıklı olmayan tarafı ise örneğin, yaşadığımız modern hayatta biri bizi çekici ya da güzel bulmadığında hissettiğimiz saklanma hissidir. İlkel zamanlarda hayatta kalma ile ilgili olmazsa olmaz duygular nasıl oluyor da modern hayatta bize zarar veren gereksiz duygular haline gelebilmiş, şaşırtıcı öyle değil mi? Şimdi bizi her hangi bir sosyal medya hesabımızdan beğendiğimiz birine arkadaşlık gönderdiğimizi düşünelim ve üzerine de reddedilsek “Utancımdan ölürüm” diyenlerin sayısı oldukça yüksek olacaktır.
Modern hayatın sorunu biraz da sadece “Ben” olmakta yanılgıya bizi düşürür. Fakat ilkel hayatta en önemli şey “Biz” çünkü “Biz” sayesinde insan varlığını sürdürebilmiş. Yaşadığımız dönemde “Ben” kavramına bu kadar takıntılı olduğumuz için kişisel sahip olduklarımıza müthiş takıntılıyız ve muhtemelen kendimizi ağır eleştirerek zihinsel bozuklukları kendi kendimize yarattığımız bir gerçektir. Örneğin, mağara insanlarının döneminde duvara çizilmiş bir kadın vücudunun popo kısmının çok büyük çizilmiş halinin karşısında iki elini başının arasına alarak ona hayret ve küçümseyerek bakan bir adamı tarif eden bir resim hiç gördünüz mü? Kanımca, elinde sopalı insanların resmedildiği mağara insanlarını, bir kadının karşısında o zamanlar böyle “Popon da kocaman” diye resimle ifade etmesi, çizen adamın kafaya odunu yeme riskini alamamıştır diye düşünüyorum.
Utanç duygusunu hayvanlar hissetmezler çünkü bu duygu doğrudan kendinden iğrenme ile ilgilidir. İneklerin, boğaların çayırda otlarken ve “Moooo’larken” (Muhtemelen muhabbetteler) aynı zamanda boşaltımlarını gerçekleştirmeleri bu yaptıklarının “Efenim biraz koktu mu ne, üzerinize afiyet az önce yediğim papatyanın marifeti olsa gerek, kusuruma bakmayın lütfen?” gibi birbirlerine kaygı ile sorulmuş bir cümle kurduklarını sanmıyorum zira saldım çayıra mevlam kayıra umursamızlığında olmazlardı.
Merhamet sahibi insanlar kolaylıkla özür dilerler ve kolaylıkla hata yaptıklarını kabul ederler. Başkalarına merhamet göstermek beynimizde opieyts (Opiates) ve oksitosin (Oxytocin) hormonlarını salgılamamızı sağlar. Oksitosin hormonu birebir sağlam arkadaşlık kurulumunda baş roldedir ve empati yani karşımızdakinin duygularını anlamamızı sağlayan çok önemli de görevi vardır. Mükemmel arkadaşlık sonucunda bu hormonları karşılıklı salgılarız ve bu da ilişkimizde güveni, uyumu ve yakınlığı kurmamızı sağlar.
Merhametli kişi ne zaman kimin bir yardıma ihtiyacı olsa hemen bunun için koşan kişidir. Merhamet bir duygudan öte bir eylemdir. O yüzden merhametli insanlar acı çeken insanları gördüğünde yürekleri dayanmaz. Son yıllarda yapılan bir araştırmada psikologlar gönüllü katılımcılara acı çeken kişinin durumunu anlatıp “Onun yerine kendilerini koymalarını” söylerler. Deneye katılan gönüllü katılımcıların empati yaptıkları sırada beyinlerinde stres seviyelerinin çok yükseldiği tespit edilir. Daha sonra aynı katılımcıların bu acı çeken insanlara merhamet, şefkat göstermeleri istenir. Bu sefer de katılımcıların bu durumu deneyimlerken beyinlerde stres seviyesinin düştüğü görülür. Fakat biz insanlar çok yakından birinin acı çekmesini gözlemlediğimiz de aynı acıyı bizim de çektiğimiz bir gerçektir. Duygular bulaşıcıdır.
ÖNEMLİ NOT: Zeynep Eylem Şenkal’ın yazısı www.kadinja.com’dan alındı. Teşekkürlerimizle.MT