Sözcü
Yılmaz Özdil
Şu an elinizde tuttuğunuz gazete sayfasını yukardan aşağıya doğru yırtın, cıııırt diye gider. Aynı sayfayı dikine değil enine yırtmaya çalışın, parça parça olur. Ağaçtır çünkü o… Hangi işlemden geçirilirse geçirilsin, hangi şekle bürünürse bürünsün, ağaçtır. Yukardan aşağıya, liflerinin suyudur.
Bu basit deneyde de görüldüğü gibi, doğasına uygun şekilde yaklaşırsan, kütük bile uyumludur, doğasına aykırı davranırsan, zorlarsan, dayatırsan, kağıt bile direnç gösterir.
★
Özgürlük, gazeteciliğin doğasıdır.
★
Akp’nin anlamadığı budur… Yanlış davranırsan, yanlışta ısrar edersen, parçalarsın, bozarsın, zarar verirsin ama asla istediğin şekle sokamazsın. Her şeye hükmettiğini zannedersin, incecik kağıda bile hükmedemezsin.
★
Develer tellal pireler berber iken mesela, Samsun sigarasının içinden odun çıktığı günlerde, sokaklarda ayı oynatılırken, salça sürülmüş ekmek dilimi kemirdiğimiz, şekerli leblebi unu yaladığımız, kalantorların bile anca Anadol’a bindiği, tencereleri kalaylattığımız, mutfak zeminlerinin muşamba kaplandığı, arapsabunu kokulu zamanlarda, çamaşır makinelerinin merdaneli olduğu, n’ayır n’olamazlı, damalı taksi yıllarında, alt tarafı bir “alo” diyebilmek için ahizenin başında altı saat beklediğimiz, cep telefonunun sadece Kaptan Kirk tarafından kullanıldığı teknoloji fukaralıklarımızda, muavinli dolmuşçuların Orhancı-Ferdici diye birbirini solladığı gündüzlerin, yün fanilaları soba askısında kuruttuğumuz, Barış Manço’nun lambaya püf dediği elektrik kesintili gecelerinde, Avanak Avni’yle tanıştığımız, Zübük okuduğumuz, sutyenin bile porno kabul edildiği dönemlerde, başka eğlencemiz olmadığı için radyoda kös kös “arkası yarın” dinlediğimiz, İstanbul’da basılan gazetelerin bırak Diyarbakır’ı, Bursa’daki bayiye bile anca “arkası yarın” ulaşabildiği ilkellikte, televizyon diye sadece TRT’nin var olduğu, necefli maşrapa gülünçlüğünde, gerçeklerin üstünü örtmek, duyulmasını engellemek belki mümkündü.
Ama… Ebeveynine ait cep telefonunu kullanma yaşı üç’e inmişken, internete giriş yapabilme yaşı anaokuluna inmişken, şu anda dünyada 4 milyar 670 milyon insan sosyal medya kullanıyorken, her bir dakikada 300 milyon e-posta gönderiliyorken, her bir dakikada Google’da beş milyon arama yapılıyorken, her bir dakikada 700 bin tweet atılıyorken, WhatsApp’ten her bir dakikada 40 milyon mesaj paylaşılıyorken, her bir dakikada Facebook’ta üç milyon paylaşım yapılıyorken, Youtube’ta altı milyon video izleniyorken, Instagram’da 400 bin paylaşım yapılıyorken… Sansür, imkansızdır.
★
Ülkeyi yönetenlerin günümüz gerçeklerini algılayamadığının, kavrayamadığının, çağdışı kaldığının, eski Türkiye’yi aşağılarken, aslında kendi zihniyetinin eski püskü kaldığının, kanıtıdır.
★
Gerçekleri yayınlamazsak, vatandaşın haberi olmaz diye düşünenlerin, aslında kendileri dünyadan bihaberdir. Üstün zekalı bilişim endüstrisi profesyonellerinin yarattığı, başdöndürücü hızla hayatımıza giren, küresel bir medya çağı bu… Gazetecilerin kalemle-kamerayla, vatandaşa haber vermesini engellersen, vatandaş elindeki telefonla dijital gazeteci olur.
★
Üstelik… Gazeteleri kapat, televizyonları kapat, interneti de kapattın diyelim, faturaları ne yapacaksın? Dünya basın tarihinin gelmiş geçmiş en etkili gazetesidir, faturalar… Elektrik faturası, doğalgaz faturası, su faturası, dünyanın en çok okunan köşe yazarlarıdır.
★
İstersen evine hiç gazete alma, hani o eski Türk filmlerinde koltuğunun altına sıkıştırdığı balyayla sokakta koşturarak gazete satan kasketli çocuk vardır ya, işte o kısa pantolonlu kasketli çocuk faturalardır, evinin odalarında bağıra bağıra dolaşır, yazıyor yazıyooooor, hükümetin zamlarını yazıyoorr!
★
Yandaş gazeteleri topla, hepsi birden 20 bin tiraj bile etmiyor, yandaş televizyonları topla, hepsi birden 500 bin izlenme bile etmiyor… Halbuki Türkiye’de 27 milyon hane var, elektrik-doğalgaz-su, her ayın üçlü fatura tirajı 81 milyon ediyor, toplam nüfus kadar reytingi var, nasıl sansürleyeceksin?
★
Etiket okur millet mesela… En cahili bile, pazarda, markette, çarşıda, etiket okur. Sen istediğin kadar “enflasyon düştü” diye manşet at, en cahilimiz bile etiketlerin bu yalanı tekzip ettiğini görüyor. Bordro okur millet mesela… İşçi, memur, emekli, verirsin maaş bordrosunu, yedi sülaleye okur!
★
(Yandaş medya anlamsızlığının bir başka boyutu da şudur… 1994 yılında mesela, asrın liderimizin yandaş medyası mı vardı, bütün medya karşısında değil miydi, medyası olmadığı halde nasıl kazandı? 2002 yılında mesela, bütün medya aleyhindeyken, nasıl oldu da tek başına iktidar olabildi? Veya 2019 yılında, milyarlarca lira harcadığı yandaş medyasının bangır bangır yayınlarına rağmen İstanbul’u ve Ankara’yı niye kaybetti? Ya da 2024 yılında, medyanın yüzde 98’i saray borazanıyken, CHP nasıl oldu da bütün belediyeleri silip süpürüp, Türkiye genelinde birinci parti oldu? Çünkü… Zamanı gelmiş fikir, zamanı gelmiş iktidar, öksürük gibidir, ne yaparsan yap, tutamazsın.)
★
(İstersen bütün medyayı kapat, sadece tek bir gazete yayınla, herkesin eline o gazeteyi ver, sadece onu okut, gene de başaramazsın, Pravda bile başaramadı.)
★
(Yıllar önce, gene böyle bir dönem, Bedii Faik doğruları yazıyor, hükümet sinirleniyor, e-posta yok o zamanlar, gazeteye telgraf yağıyor, fotokopi gibi bir mesaj hazırlamışlar, habire onu gönderiyorlar, “yazdıklarını okumuyoruz, gazeteni de bundan böyle sadece tuvalette kullanacağız” diyorlar, Bedii Faik de ertesi günkü makalesinde cevap veriyor, “aman aynen devam edin, bu sayede gün gelir, kıçınız başınızdan akıllı olur…” Durum üç aşağı beş yukarı budur.)
★
SÖZCÜ Televizyonu’na medya tarihimizde görülmemiş ebatta bir fatura kesildiğini, 10 gün kapatma verildiğini duyunca yazıyorum, bu satırları.
★
Kırık kalpler durağıdır aslında SÖZCÜ… Değerli ağabeyim Uğur Dündar mesela, ekrana çıkması yasaklandığı için geldi buraya, Emin Çölaşan, yazmasına izin verilmedi, yazabilmek için geldi, rahmetli ağabeyim Bekir Coşkun, vatandaşlıktan bile atmaya kalktılar yahu, onuncu köye vatandaş olmak için geldi, duayenimiz Rahmi Turan, gazetesi kapatıldı, teslim olmamak için geldi, daima örnek aldığımız Necati Doğru, sansürlemeye kalktılar, bastı istifayı geldi… Normalde, bana ne birader deyip, isterlerse Londra’da isterlerse New York’ta yaşayabilecek imkana sahipler, yapmadılar, elalemin derdi beni mi gerdi diyeceklerine, başkalarının hayatı için kendi hayatlarını, kendi ailelerini riske attılar… İşte bu nedenle, hâlâ bu namuslu gazeteciliği sansürleme çabalarını gördükçe ne hissediyorsun derseniz, beş stentli kalbimle söylüyorum, sadece ülkeme dair kalp kırıklığı hissediyorum.
★
Söylemedi demeyin… Sansürden yılsaydık, tehditlerden korksaydık, çoktaaan bırakırdık, tenekeyle boya alır, duvarlara yazarız, peçeteye yazarız, kuşun kanadına bağlarız, ağaçlara kazırız… Çünkü bizler, fikirlerimizi-yorumlarımızı, zannedildiği gibi kağıda değil, milletin vicdanına yazarız.