Christoph Daum dahi miydi deli mi?
Beşiktaş’ta 6,5 yıllık Gordon Milne dönemi bitmiş, yerine Christoph Daum getirilmişti.
Ben de Beşiktaş muhabiriydim o zaman. Kanal 6 Televizyonu’nda.
Daum’un gelmesiyle birlikte Beşiktaş Marmaris’te kampa girmişti. Grand Azur Otel’de kalıyorduk.
Değişik bir adamdı.
Takımı sabah 6’da kaldırıyor, kahvaltıdan önce yürüyüşler yaptırıyordu.
6,5 yıl Gordon Milne’in antrenmanlarını izleyip, ezberlediğimizden, Daum’un antrenman metotları değişik geliyordu.
Bir sabah müdürümüz Şansal abi (Büyüka) aradı;
– Gürel, dedi; kamp bitiminde İstanbul’a dönüşte Daum’u stüdyoya getirmeni istiyorum. İlk bize çıkmalı. Ne yap yap bunu hallet.
Halledeceğim de… Adamla yakınlığım yok ki. Tercümanı aracılığı ile davet etsem kabul etmeyebilirdi. Önce yakınlık kurmalıydım.
Antrenmanlardan sonra akşam olunca otelin barında oturuyordu. Yanında yardımcısı Ronald Koch ve Süleyman abinin (Seba) gözü kulağı Bahattin abiyle (Baydar) birlikte. Bira içiyorlardı.
Ben de hemen yanlarında yer almaya başlamıştım, bir bira da ben istiyordum ki; ortak özelliğimiz olsun!
Sonra da (o zamanlar açıktı) otelin casinosuna geçiyorlar, rulet masasındaki yerlerini alıyorlardı.
Ezbere oynamıyorlardı ha! Koch’un elinde rulet kartonu, hangi rakama top düşüyor, onu işaretliyor, ona göre para koyuyorlardı.
Ben de gittim 50 dolarlık fiş aldım ve oynamaya başladım. Büyük şans bu ya, koyduğum rakamlara geliyordu genelde. Kısa sürede önüm dikkat çekici bir şekilde fişle dolmuştu. İşte yine kazandığım bir anda Daum’un fıldır fıldır dönen gözüyle göz göze geldi. Kutladı beni. Ve Koch’a bir şeyler söyledi. O da ben nereye koyarsam oraya koymaya başladı ve zararları çıktı.
Kumarhaneden çıkışta bir de bira ısmarladı bana ve tanıştık.
O sırada ilettim teklifimi. “Tam fırsatı” diye düşünmüştüm.
Televizyonu anlattım Şansal Büyüka’nın Türkiye’nin bir numarası olduğunu dilim döndüğünce söylemeye çalıştım. Onun sorularını cevaplayacaktı; üstüne basa basa vurguladım.
– Tamam, dedi; çıkarım. Ama bir şartla!
– Nedir o şartınız?
– Para!
Çok şaşırmıştım. O ana kadar hiç böyle bir istekle karşılaşmamıştım çünkü. O devam etti;
– 2 bin Mark verirseniz olur. (O zaman Euro yoktu. Alman para birimi de Mark’tı)
– Size mi?
– Hayır hayır. Bana vermeyeceksiniz. Down sendromlu çocuklar vakfına bağış olarak vereceksiniz. Sen makbuzunu bana getir, hemen televizyonunuza çıkayım.
Hemen Şansal abiyi aradım, saatin kaç olduğuna aldırmadan.
– Ulan helal olsun adama, dedi; tamam kabul ediyoruz. Hemen yarın bağışı yapacağız söyle ona.
Daum’a söyledim. Ve İstanbul’a dönüşte programa katıldı. Türkiye’de çıktığı ilk televizyon programı oldu bu.
* * *
Daum, Almanya’da Schalke’yi şampiyon yaptıktan sonra gelmişti Türkiye’ye. Beşiktaş’ın başında yarım sezonda farklı bir teknik adam olduğunu kupa kazanırken gösterdi. Ertesi sene de Beşiktaş’ı şampiyon yaptı zaten.
Daha sonra Fenerbahçe’de de 2 şampiyonluk yaşadı.
Kimine göre deliydi ama bence bir dahiydi. Futbol dahisi. Yardımsever dahi.
Beşiktaş’tan ayrılmasından sonra Fenerbahçe yıllarında yakından pek görüşemedik.
Ama ondaki dönüşümü görebiliyordum. Türkiye’ye olan duyguları giderek artıyordu.
İstiklal Marşımız okunurken eşlik etmeye çalışması…
Bol kitap okuması. Atatürk’ün hayatını özellikle okuması ve hayran olması.
Ceketinin yakasında Atatürk rozetini gururla taşıması.
Hatta 10 Kasım 2009’daki şu açıklaması:
“Hepimiz bugün Türkiye’nin kurucusunu saygıyla anıyoruz. Hepimiz Atamızın bize gösterdiği yolda ilerliyoruz. Atam izindeyiz diyorum. Türk halkıyla bu duyguyu yaşıyorum. Atatürk, dünyanın en büyük liderlerinden birisidir. Ben de bir Türk sayılırım ve bundan gurur duyuyorum. Kadınlara gösterdiği saygı, çocuklar ve gençler için yaptığı katkılar büyük olmuştur. Atatürk’ü saygıyla anıyoruz. Atatürk bugün aramızdadır, bizimle bizim içimizdedir. Ankara’ya her gittiğimde Anıtkabir’i ziyaret ediyorum. Bu benim için olmazsa olmaz bir durum. Dünyada Gandhi, Martin Luther King, Mandela, Kennedy gibi büyük liderler var ama Atatürk bunların üzerindedir. Bu da Türk halkı için gurur vericidir. Ben de bu gururu yaşıyorum.”
Göstermelik değildi tüm bunlar.
Daum’un kendisiydi.
Göstermelik yapsaydı Mehmetçik Vafkı’na bile bağışlarda bulunmasını davul zurna çalarak duyurabilirdi.
Hem Türkiye’de, hem Almanya’da… Pek çok hayır kurumuna yaptığı yardımlar da var bir de; içinde sır olarak sakladığı.
* * *
Bu sabah uyandığımda Christoph Daum hayatını kaybetti haberini görünce içimden bir şeyler koptu sanki.
30 yıl öncesi aklıma geldi; yukarıda size anlattıklarım yani.
Benim onda gördüklerim;
Kesinlikle bir futbol dahisiydi. Deli falan değildi.
Ondan önce adamdı. Yardımsever bir adam.
Ve kendisinin de defalarca kez dediği gibi; yarı Türk’tü Daum.
Şimdi sonsuzluk uykusuna yattı.
Böyle bir adam unutulur mu? Işıklarda uyu.