15 Ağustos 2014”te sonsuzluğa uğurladığımız Süleyman Seba”nın doğum günü 5 Nisan..
1926”da başlayan hayat yolculuğunu “Ölümsüz adam” olarak sonlandırdı.
Tanıyıp da sevdiği herkes gibi benim de üzerimde silinmez izler bıraktı.
Süleyman abi doğum günlerinin kutlanmasını istemezdi fazla.
Ama hep bir sürpriz yapıp bir arada olurduk o yaşarken her 5 Nisan akşamında, dostlar sofrasında.
“Ne gerek var böyle şeylere, ne doğum günü ne şeyi” diyordu ama… Kutluyorduk işte… Akaretler”de evinin hemen altında birkaç masalı o küçük lokantada.
Kimimize şaka yapıyor, kimimize kızıyor, hafiften de fırça atıyordu!
Konu da hep Beşiktaş olurdu. Başkanlığı bırakmıştı ama Beşiktaş”tan asla kopamıyordu.
O günler hala gözlerimin önünde, sesi de beynimde. Kulaklarımda çınlıyor.
Ben bugün anarken Süleyman abiyi. Onun bir sırrını anlatacağım sizlere.
Başkanken transferi nasıl yapardı; bir örnekle anlatacağım. O güne şahidim. Ama yazamamıştım haber olarak çalıştığım kuruma. Çünkü onun masasında olan orada kalırdı, sadece ben değil masasındaki diğer gazeteci dostları da yazmazdı.
GÖKOVA”DA BİR TRANSFER HİKAYESİ
Şu sıralarda transferde fırtınalar esiyor. Dönen paraların haddi hesabı yok. Başkanlar birbirine meydan okuyup, duruyor. Sonunda milyon dolarlar saçılınca ortaya akan sular duruyor.
Yıl 1994”tü… Beşiktaş Marmaris”te devre arası kampındaydı, ben de muhabir olarak takip ediyordum. O kampa başkan Süleyman Seba da gelmişti uçağa binmeyi sevmediği için İstanbul”dan otomobille; birkaç gün kalacaktı.
Grand Azur Otel”de akşam üstü otururken yönetici Metin Keçeli geldi yanıma; “Gürel neredesin, kaç dakikadır seni arıyorum. Çabuk gel, Süleyman abi otelin kapısında bizi bekliyor” dedi.
Hemen kapıya çıktık, 2-3 araba vardı. Süleyman abi “Neredesiniz kardeşim, sizin yaptığınız da şey mi?” diye kısa bir fırça attıktan sonra arabaların birine atladık. Kamptaki diğer yöneticiler ve Süleyman abinin kendisine yakın bulduğu birkaç gazeteciydik. Gökova”ya geldiğimizde bir lokantanın önünde durduk, içeri girip daha önceden ayrıldığı belli olan birleştirilmiş uzun masalara oturduk.
Süleyman abi hala sinirliydi…
Garsonlar onu görmüşlerdi ya, lokantanın sahibi dahil hepsi etrafımızda pervaneydi; Süleyman abinin hepimize çeşitli nedenlerden ötürü tek fırça atmasını onlar da dinliyordu tabii.
Ona göre geç kalmıştık! Kızgınlığı bundandı.
Ama nereye ve kime geç kalmıştık ki; çünkü lokantada bizden başka kimse yoktu.
Neyse…
Biraz sonra bir başka araba geldi, lokantanın önünde durdu.
Süleyman abi, “Kalkın” dedi, hepimiz kalktık, kapıya gittik.
Bu kadar önemliydi demek ki beklediğimiz kişi. Yöneticiler ve bizler hepimiz esas duruştaydık, Süleyman abi ceketinin önünü de iliklemişti.
İçeri 3-4 kişi girdi.
Süleyman abi en önde girenin karşısındaydı, hürmetle elini uzattı:
– Başkanım hoşgeldiniz!
Karşısındaki de ondan aşağı kalır değildi; o daha da eğildi:
-Aman başkanım asıl siz hoşgeldiniz!
Real Madrid veya Manchester United başkanı gelse bu kadar olurdu yani!
Masalara geçtik. Metin abinin kulağına eğildim;
– Abi kimdir bu beyefendi, nerenin başkanı?
– Muğlaspor başkanı Gürel!
Saatlerce oturduk.
Süleyman abi öyle hürmetliydi ki, karşısındaki başkanı herhalde ilk kez başkanlığın tadını çıkarıyordu bu derecede… Süleyman Seba gibi bir efsanenin bu kadar alçak gönüllü olması onu şaşırtmıştı; çok belliydi bu.
Sonra birden Süleyman abiye;
– Tamamdır efendim dedi; Çocuğu size verdik, gitti!
Para bile konuşmadı başkan… Süleyman abi gibi biriyle pazarlık yapmak istememişti belli ki…
– Bize dedi; kaç kulüp teklif yaptı, bilemezsiniz. Ama saygısızca… Bir kulüp başkanı tatile gelmiş Marmaris”e… Beni otele ayağına çağırdı. Çay bile söylemeden şu kadar para, aldık, dedi. Konuşmadan çıkıp gittim. Ama siz başkasınız. Sizin gibi saygıdeğer biriyle para da konuşamam. Piyasayı biliyorsunuz. Artık gönlünüzden ne koparsa…
Güzel bir geceydi.
O futbolcu o dönemde transferin gözdesi kaleci Fevzi Tuncay”dı.
Süleyman abinin transfer sırrı işte buydu. Kırmadan, dökmeden, karşısındakine saygı göstererek, sadece parasıyla karşısındakini esir alıp, küçük düşürmenin yanlış olduğunu bilerek ve de hissettirerek.
Bu arada…
Şimdiki muhabir arkadaşlar “Vay be, ne haber atlatmışsınız davetli olmayan diğer gazetecilere” demesin…
Atlatmadık.
Biz o masadakiler o haberi atladık!
Çünkü onun dostlar masasının öyle önemi ve sihiri vardı ki… Orada konuşulan orada kalırdı, yazamazdık.
İYİ Kİ DOĞDUN SÜLEYMAN ABİ İYİ Kİ TANIDIM SENİ
Biliyorum; eğer bu yazdıklarımı görüyorsan bulutların üzerinden bir yerlerden; “Şeyi şey etmişsin sen de oğlum. Ne gerek var bu şeylere” diyor, kızıyorsundur bana.
Kızarsan kız!
Ben senin doğum gününü kutlayacağım hayatım boyunca.
Bu yazıyı yazarken; önümde kaç diş sarımsak, 2 duble de rakı.
Biri bana, diğeri sana.
Kaldırıyorum saygıyla.
Sonra geçiyorum karşıya; senin yerine karşılık veriyorum bana.
Gözlerimde tutamadığım iki damla yaş. Dudaklarımdan dökülen o şarkı:
“Unutulmuş birer birer eski dostlar eski dostlar!”
Ahhh Süleyman abi.
Sen sensizliğin ne olduğunu nereden bileceksin ki.
Onu geride bıraktıklarına sor.
Sakın bunları yazdım diye lütfen kızma!
Çünkü seni unutmak çok ama çok zor.