“İnsanlık kıyıya vurdu!..”
Sizin gözünüzün önünden gidiyor mu, o tablo?.
Minik, minnacık bir çocuk.. Kumsala yüzükoyun uzanmış, kırmızı bir tişörtü var.. Altında mavi bir şort ve mavi ayakkabılar.. Uyuyor sanki.. Öyle tatlı, öyle şirin, öyle masum!..
..Ve ölü..
Kos Adasına gitmek için Bodrum’dan açılan bot batmış. 8’i çocuk, 12 kişi boğulmuş.. Bu, kumsala ölü vuran 8 çocuktan biri..
Dünya gazetelerini gösterdi İsmail Küçükkaya Fox’ta.. Birinci sayfalarına silme bu resmi koymuşlar, poster gibi..
Doğruyu yapmışlar.. Bu, yüzyılın resmi.. Hani geçen yüz yıla bir Afganlı kızın resmi vardı, damga vuran.. Onun gibi.. Bunu koydun mu, artık yazıya falan gerek yok.. Yazıya, yoruma, hatta gazetenin geri kalanına gerek yok.. O gün, o resim.. O kadar..
Gerisini okura bırakırsın, resmi önüne koyup.. İnsanlığın “İ”si varsa onda, kafasında kitap yazar.. Senin bir şey eklemene gerek bırakmaz..
Bakın, “O çocuk, sizin olsaydı” falan demelere de gerek duymuyorum..
O çocuk “SİZİN” çünkü.. Eğer insansanız.. O çocuk, “BİZİM!..”
O çocuk “BENİM!..”
Onun için gözümün önünden gitmiyor.
Dünyanın tam sayfa kullandığı o resmi, benim gazetem sayfanın en altından çift sütun vermiş.. Tepede, dişi manşet “İpek böyle kaçtı..”
Cehennemin dibine kaçsın.. Elde bu resim varken ve sen, bu mültecilere kapıları açtığı için, bu mültecilere dünyada en çok destek olduğu, milyonlarcasına bağrına bastığı için eleştirilen bir iktidarı destekliyorsan üstelik, hatta gazeteyi açar, arka kapakla birleştirir, öyle basarsın, 16 sütuna..
Ama birinci sayfa editörlerimle anlaşamıyorum, çoğu zaman..
Bir de..
Benim yazılarım ilk sayfadan anons edilmez. Öyle bir isteğim de hiç olmadı.. Senede bir iki kez anons ederler.
Türkeş yazınca, manşetin altından anons ettiler geçen hafta mesela..
Bu çift sütuna verdikleri resmi yayınladıkları gazetenin içinde, o resmi daha görmeden, o resimden 24 saat evvel yazdığım bir yazı var.. İşte asıl onu anons et ki, koyduğun resmi tamamlasın..
Tıkanan yolda, o tehlikeli trafiğin arasına dalmış, ölüm tehlikeleri içinde kağıt mendil satmaya çalışan bir Suriyeli çocuk görmüş, onun üzerine yazmıştım, o satırları..
” ‘Kim bu çocuk’ diye düşündüm.. Belki de, bir Suriye kasabasında hali vakti yerinde bir ailesi vardı. Her şey yolunda gitse, şimdi keyifle okulunun bahçesinde oynuyor olacaktı belki de.. Akşam kendisini kapıda bekleyen annesinin kucağına koşacaktı..
Peki şimdi?.
Evinden, yurdundan kaçmak zorunda kalmış.. Kimleri ölmüştür acaba?. Annesi.. Babası.. Kardeşleri.. Akrabaları.. Arkadaşları..
En kötüsü.. Umudu ölmüştür o minnacık kız çocuğunun.. Ne olacak, bundan sonra?.
Dönecek mi?. Belli değil.. Evi yerinde kalmış mı acaba, dönse?. Kasabası kalmış mıdır?. Bir yangın yeri?.. Ya da bombalanmış bir harabe..
Peki nerde yaşayacak artık?. Dilendiği Türkiye’de mi?. Yoksa başka yere mi gitmeyi deneyecekler?. Bir bota binip Yunan adalarından birine kaçarken batacak ve boğulacaklar, ya da bir Tır’ın dorsesine 120 kişi tıkılınca, havasızlıktan boğulup ölecekler mi?.”
Hıncal Uluç yere batsın.. Senin gazetenin yazarı yazmış yahu, o resmi 24 saat evvel.. Kahin olduğundan değil, etrafı gözlediğinden.. Gündemi izlediğinden..
Perşembenin gelişini çarşambadan bilmek zor değil o zaman..
O çift sütun resim üzerine harika bir başlık atmışlar ama.. Gerçekten harika.. Düşüneni kutlarım.. Ben de kendi yazıma başlık yaptım o üç kelimeyi.. Her şeyi özetliyor, başka lafa gerek yok!.
“İnsanlık kıyıya vurdu!..