Madalyonun Arka Tarafı
Siz dünyada polisin sevildiği bir ülke gördünüz mü?. Ülkedeki binler, onbinlerce polis arasından birinin yanlış bir hareketi, tüm polis camiasına mal edilir ve tüm meslek karalanır..
Bu geleneksel bir peşin hüküm sonucudur.
Amerika’da olanları son aylarda sık sık görüyorsunuz..
Türkiye’de de durum farklı değil..
Sonuç “Kapkara” çizilen bir polis tablosu..
En yeni olayı konuşmak istiyorum..
İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Celal Yılmaz, 32 yaşındaki Ahmet Sülüşoğlu’nu, cinayet dilinde “Point blanc/Doğrudan ve kaçmaz mesafeden hedefe atış” denen nerdeyse vücuduna dayalı bir tabanca ile üç kurşun sıkarak öldürdü.
İlk bakışta kurşunların Sülüşoğlu’nu öldürmek amacı ile atıldığını söylemek mümkün. Çünkü hiç biri ayağa değil, üçü de öldürücü bölgelere. Kafaya ve göğüse. Kaldı ki, amaç onu sadece indirmek olsa tek kurşun yeterdi.
Neden üç kurşun?.
Gazeteler de genelde böyle yazdılar ve böyle yorumladılar. Özellikle de muhalif olanlar..
Şimdi, acılarına yürekten katıldığım Sülüşoğlu ailesini bir kenara bırakıyorum.
Allah kimseye böyle acı çektirmesin..
..Ve madalyonun arka tarafını çeviriyorum..
***
Celal Yılmaz 51 yaşında..
Fevkalade deneyimli bir polis müdürü.
Daha iki ay önce de başarılarının sonucunu almış, mesleğin en yüksek basamağına, Birinci Sınıf Polis Müdürlüğüne terfi etmiş.
Böyle bir polis, sonuçlarını bile bile, sıfır mesafeden üç öldürücü kurşun sıkar ve kendisinin de, ailesinin de hayatını berbat eder mi?.
Bu soruya yanıt vermek için olayları biraz derinliğine incelemek lazım..
Türkiye’nin Suruç Baskınından bu yana hali malum.. Çözüm süreci sona ermiş.. Bir yanda IŞİD, bir yanda PKK, bir yanda “Fırsat bu fırsat” diye hortlayan 80 öncesinin terörist sol örgütleri, tuzak üstüne tuzak, eylem üstüne eylem düzenlemeye ve terörü ülke sathına, özellikle de, en çok yankı yaratacak büyük şehirlere yaymaya başlamışlar.. Eylemler hızla artarken, polise gelen ihbarlar, istihbarat servislerinden gelen uyarılar çığ gibi..
Trafikçiler dahil, bir polis için İstanbul’da kurşunun ne zaman, nerden, nasıl geleceği belli değil. Ortam o halde..
Daha üç gün evvel, İstanbul’da bir bombalı tuzak kurulmuş. Polisler olay yerine çekilmişler ve civardaki bir inşaatta pusu kuran teröristler, uzun namlulu silahlarla, o bombaları etkisiz hale getirmeye gelen polislere ateş etmeye başlamışlar.
Bir uzman, bir iyi yetişmiş polis, Bomba İnceleme ve İmha Şube Müdürü Beyazıt Çeken şehit olmuş..
Emniyet Müdürü Celal Yılmaz, iki gün önce, şehit meslektaşının tabutunu omzunda taşımış..
Şimdi, arabası ile polis lojmanlarındaki evine gidiyor gece geç vakit, eşi ile birlikte..
Peşinde bir motosikletli.. Motoru Yılmaz’ın önüne kırıyor. Yılmaz durmak zorunda kalıyor.. İniyor.
Motosikletli ile tartışıyor, atışıyorlar.
Motosikletli “Az sonra büyük şeyler olacak” diye bağırarak motoruna biniyor ve uzaklaşıyor.
Celal Yılmaz, lojmanlara geliyor.
Eşini eve bırakıyor ve lojman girişine, nizamiyeye dönüyor. Oradaki güvenlik görevlilerine, o gece olup bitenleri, motosikletlinin tehditlerini anlatıp “Dikkatli olun” derken, motosiklet aniden, yeniden ortaya çıkıyor. Motordan inen adamın elinde bir silah var bu defa.. Güvenlik kamerasından mermiyi namluya sürdüğü görülüyor.
Seyrettim.. Elindeki tabancayı, güvenlik görevlisi ve Celal Yılmaz’a doğrultuyor.
Şimdi, kendinizi Celal Yılmaz’ın, üç gün önce kurulan kahpece bir tuzakta öldürülen en yakın çalışma arkadaşının tabutunu omzunda taşıyan Celal Yılmaz’ın yerine koyun..
Şimdi kendinizi terörün kol gezdiği ve özellikle güvenlik görevlilerinin hedef alındığı, şehit haberlerinin manşetlerden eksilmediği bir ülkedeki Celal Yılmaz’ın yerine, elinizi de vicdanınıza koyup söyleyin..
Karşınızda eli tabancalı bir meçhul adam, mermiyi namluya sürüyor ve “Point blank” mesafesinde üstünüze geliyor.. Ne yapardınız?.
Her gün şehitler veren güvenlik güçlerinin bir mensubu olarak ne yapardınız?
Bir saniye tereddüt, bir saniye gecikme iki güvenlik görevlisinin daha ölümüne sebep olabilir:
Bir saniye tereddüt ve iki şehit haberi daha ertesi gün manşetlerde..
Ne yapardınız?.
***
Bu ülkede Anglo Sakson hukuk düzeni olsa ve “Suçlu, suçsuz” kararını bir jüri verse, bu soruyu o jürinin 12 üyesine sorar ve bir kaç dakika sonra, yanımda Celal Yılmaz, elimi kolumu sallayarak Adliye binasından çıkıp giderdim.
Bizde hukuk süreci uzun ve zor işliyor ve daha çok kağıt üzerinde işliyor.
Üstelik genelde sanıklar tutuklu olarak sürüyor..
Kefaletle tahliye nerdeyse yok..
Kaçma, delilleri karartma ihtimali olmayanların tutuksuz yargılanması da nedense pek uygulanmıyor.
Ahmet Sülüşoğlu, kendisinin de kusuru olan bir olay sonunda, pisi pisine öldü. 32 yaşındaki genç oğullarını durup dururken kaybeden ailenin acısını gerçekten anlıyorum.
Ama memleketin bugün getirildiği ortamda Celal Yılmaz’ın o kurşunları o mesafeden öldürücü yerlere sıkmasını da anlıyorum.
Ben gerçek suçlunun, 7 Haziran’a kadar terörü nerdeyse unutmuş ülkemizi iki ayda bu hale getiren siyasiler olduğunu düşünüyorum..
İki ay sonra yeniden seçime gidecek, yeniden ve bu defa dökülen kanların üzerinden oy isteyecek siyasiler!.
Ahmet Sülüşoğlu mezarda.. Hayatı kaymış Celal Yılmaz içerde..
Onlar miting meydanlarında, kürsülerde, daha büyük ithamlar, daha büyük tahrikler ve daha fazla ölümlerin peşinde olacaklar..
Şu ortamda bile bir araya gelmeyip, üç fazla oy hesabı yapanlar!..
Ahmet Sülüşoğlu’nun ölümündeki payınızı biliyor musunuz?.
Ya da Celal Yılmaz’ın hayatının mahvolmasındaki!..