Bir büyük usta daha “Perde!..” dedi..
Bu yazıyı alelacele bitirip cenazeye koşacağım.. Gene cenazeye.. Abone bilet mi çıkardın bize Tanrım!.
Nejat Ağabeyi uğurlayacağız, bugün Teşvikiye’den.. Birbiri ardına gönderiyoruz dostları, cami avlularından..
İsmail Hakkı Şen’i uğurlarken o da vardı avluda..
“Bir bakmışsınız benim cenazemde başka sanatçılarla röportaj yapmışsınız. Gün gelecek bütün tiyatro sanatçıları İsmail Hakkı Şen gibi, benim gibi ölecek. Tiyatro perdesi üstümüze üstümüze yıkılacak. Hatta seyirci üzülmesin. Ben ve benim arkadaşlarım, onların kederini alıp götürecek. Onlara sadece gülmek kalacak” demişti, uzatılan mikrofonlara..
Kilisli hemşerim Nejat Ağabey.. Uzaktan hısımlığımız da vardır. Kilisli olup da akraba olmayan var mı zaten?. Benim gibi subay çocuğu.. Benim gibi ilk defa Kilis’te ilkokul müsameresinde sahneye çıkmış. Benim müsamerede en önde oturan bir kadın sıkıntıdan bayılınca, sahne hayatım daha ilk temsilde sona ermişti.
Nejat Ağabey yıkmış olmalı salonu. Tiyatroyu sevdi, aşık oldu.. Babası doktor olmasını isterken, aktör olmayı yeğledi. Onun yerine doktor olan kardeşi, New York’un en ünlü beyin cerrahıydı yıllar yılı..
Nejat Uygur sanatı seçti, Güzel Sanatlar Akademisi, resim bölümüne girdi.. Girdi ama, sahne kanına girmiş bir kere.. Bıraktı, tiyatrosunu kurdu. Kuruş o kuruş..
Müthiş bir mizah gücü vardı. Resim eğitimi de var.. Karikatür yapardı, hobi olarak.. Erkekçe’yi kurarken aradım.. “Nejat Ağabey bize ayda bir renkli karikatür çizer misin” diye.. Playboy’un en ünlü sayfalarıydı, renkli karikatürleri ya..
“Çizerim tabii” dedi..
Dün salı yemeğinde, o zamanki yazı işleri müdürüm Ali Kocatepe dövünüyordu..
“Çizdiği o harika karikatürlerin hepsini iade ederdim” dedi.. “Ah saklasaydım, ne müthiş koleksiyonum olurdu..”
Ertuğrul Ateş, Reha Yalnızcık, Ömer Muz, İhsan Ardal, Gürhan Yücel Erkekçe’nin ressamlarıydılar. Ali onların çalışmalarını da iade ederdi.. O dövünmesin de ben mi dövüneyim..
Hemen tüm oyunlarını seyrettim Nejat Uygur’un.. Bazılarını defalarca.. Zaten daha önce izlemiş olmanız bir şey değiştirmezdi ki.. Oyuna değil, bu büyük güldürü ustasına gülerdik..
Oyunda ilk göründüğü sahneye, rolü neyse, öyle girerdi. Diyelim ailenin reisi salonda divanda oturacak. O tavırla..
Geleneksel Türk Tiyatrosu’nda adettir. Esas oyuncu sahnede ilk göründüğü an alkışlanır. Nejat da iki adım atınca alkış kopardı salondan. O zaman irkilir, o zaman sahnede olduğunu hatırlamış gibi yapar, sahnenin önüne gelir ve o ünlü selamını verirdi. O zaman kopardı kahkaha.. O jest ve o mimikle öldürürdü seyirciyi ilk anda.. Sonrası “Yeter.. Öldük” diyene kadar..
2007’de beyin kanaması geçirdi, bir yarısı felç oldu. Evinden, yatağından çıkamaz oldu.. Sahneye çıkamaz oldu, aslında.. Sahneye çıkamamak ölümdü zaten Nejat Ağabey için..
Nasıl kahrolduğunu tahmin ediyorum.. Psikolojik destek alıyormuş zaten.. Ama sahne aşkının, sahne ışıklarının, seyirci alkışlarının yerini alabilecek destek var mı bu dünyada..
Ünal elinde titreyen telefona bakıp, “Nejat Uygur da ölmüş” dediğinde, “Kurtuldu” dedim, ilk an.. Sahneye çıkamadığı her gün ölüyordu zaten..
Birazdan sonsuzluğa uğurlayacağım, büyük ustayı, ağabeyimi..
Kulaklarımda bir başka büyük ustanın bir başka devin, Münir Özkul’un sesinden Haldun Taner’in yazdığı o muhteşem Fasulyacıyan tiradı çınlıyor..
“Zaten aktör dediğin nedir ki? Oynarken varızdır. Yok olunca da sesimiz bu boş kubbede bir hoş seda olarak kalır. Birazdan teatro bomboş kalacak. Ama teatro işte o zaman yaşamaya başlar. Çünkü Satenik’in bir şarkısı şu perdelerden birine takılı kalmıştır. Benim bir tiradım şu pervaza sinmiştir. Hıranuş’la Virjinya’nın bir diyalogu eski kostümlerin yırtığına sığınmıştır. İşte bu hatıralar, o sessizlikte saklandıkları yerden çıkar, bir fısıltı halinde yine sahneye dökülürler. Artık kendimiz yoğuz. Seyircilerimiz de kalmadı. Ama repliklerimiz, fısıldaşır dururlar sabaha kadar.
Gün ağarır, temizleyiciler gelir, replikler yerlerine kaçışır.
Perde!.”